Gündem

Muğla Barosu Kadın Komisyonu’ndan 25 Kasım Açıklaması

Muğla Barosu Kadın Hakları Komisyonu, 25 Kasım’da kadına yönelik şiddeti ve devletin ihmallerini ele aldı, acil önlemler çağrısı yaptı.

Muğla Barosu Kadın Komisyonu’ndan 25 Kasım Açıklaması
25-11-2025 17:03
25-11-2025 17:17

Muğla Barosu Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında önemli açıklamalarda bulundu. Açıklamada, kadına yönelik şiddetin yalnızca münferit bir sorun olmadığı; toplumsal, sistematik ve politik bir mesele olduğu vurgulandı.

Komisyon, dünya genelinde kadınların üçte birinin partner şiddeti veya cinsel şiddetle karşı karşıya olduğunu belirten Dünya Sağlık Örgütü verilerine dikkat çekti. Türkiye’de 2025 yılı Ekim ayında 19 kadının öldürüldüğü ve 22 kadının şüpheli şekilde yaşamını yitirdiği aktarıldı. Komisyon, şüpheli ölümlerin artışını, soruşturma süreçlerindeki aksaklıklar ve koruma mekanizmalarının yetersizliğiyle ilişkilendirdi.

Açıklamada,

“25 Kasım günü, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nin diktatörlük rejimine muhalif olmalarından dolayı sistem tarafından vahşice katledilen 3 kız kardeş olan Mirabal Kardeşlerin anısına, kadına yönelik şiddet konusunda farkındalık yaratmak amacıyla 1999 yılında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edilmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), dünya genelinde kadınların yaklaşık üçte birinin partner şiddetine veya cinsel şiddete maruz kaldığını ortaya koydu; nüfusun yarısının korku içinde yaşadığı hiçbir toplumun “adil, güvenli veya sağlıklı” sayılamayacağını vurguladı. Ülkemizde kadına yönelik fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddet artarak devam etmektedir. Yalnızca 2025 yılı Ekim ayında 19 kadın öldürülmüş ve bu kadınların %42’si aile bireyleri tarafından katledilmiştir. Yine Ekim ayı içinde 22 kadın ise şüpheli şekilde hayatını kaybetmiştir. Önemle vurgulamak gerekir ki; 2025 yılı, şüpheli kadın ölümü sayısının öldürülen kadın sayısını geçtiği ilk yıl olarak Türkiye tarihine geçmiştir.

Bu yıl ilk kez şüpheli kadın ölümü sayısının kadın cinayetleri sayısını geride bırakması, ülkemizde kadına yönelik şiddetin görünmeyen ve aydınlatılmayan boyutunun büyüdüğünü göstermektedir. Şüpheli ölümlerin artışı, soruşturma süreçlerinin etkin yürütülmemesi, delil toplama ve değerlendirme aşamalarındaki eksiklikler ve koruma mekanizmalarının etkin bir şekilde işletilmemesi gibi doğrudan devlet yükümlülüklerindeki aksaklıkların sonucudur.

Kadınların yaşam hakkının korunması, devletin en temel görevidir. Etkin soruşturma ve kovuşturma yürütülmedikçe, şüpheli ölümler karanlıkta bırakıldıkça ve faillerin cezalandırılacağına dair toplumsal güven tesis edilmedikçe bu tablo değişmeyecektir.

Bu durumun en açık ve son örnekleri ise Ayşe Tokyaz ve Rojin Kabaiş cinayetleridir. Ayşe Tokyaz eski polis memuru Cemil Koç tarafından katledilmiş, kız kardeşinin ihbarları sonuçsuz bırakılmış ve hatta bu süreçte kız kardeşi kendisi sorgulanmıştır. Ayrıca fail Cemil Koç hakkında Ejegül Ovezova cinayeti kapsamında 4 Temmuz’da ağırlaştırılmış müebbet istemiyle iddianame düzenlenmiştir. Dosyada bulunan delillere rağmen failin iki sene boyunca tutuklanmamış olması 13 Temmuz’da Ayşe Tokyaz’ın da hayattan koparılmasına sebep olmuştur.

Rojin Kabaiş’in ölümü hakkında ise intihara yönelik iddialar öne sürülerek dosyanın üstü kapatılmaya çalışılmıştır. Rojin’in babası Nizamettin Kabaiş’in ve kadın örgütlerinin çabaları sonucu soruşturma bir nebze derinleştirilebilmiştir. Yaşanan bu vakalar bize göstermektedir ki kadının yaşam hakkı; failin beyanlarıyla yönlendirilen soruşturmalar, görmezden gelinen deliller, zamanında verilmeyen koruma kararları ve geciken müdahalelerle hukuki ve idari ihmal zincirleri içinde eriyip gitmektedir.

Tam bugün ise 2150 gündür Gülistan Doku’dan haber alınamamaktadır ve dosyanın akıbeti hakkında hiçbir somut bilgi bulunmamaktadır.

Devlet, toplumsal cinsiyet eşitliğini eğitim müfredatından kaldırarak ve yürüttüğü politikalarla kadınları “kutsal aile” yapısı içine hapsederek; kadınlığı yalnızca bakım yükümlülüğü ve çok sayıda çocuk doğurmaya indirgemeye devam ediyor. Oysa tam da bu politikalar, cinsiyet temelli şiddetin ve aile içi şiddetin artışında doğrudan rol oynamaktadır.

2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesiyle birlikte aile içi şiddet yok sayılmış, toplumun sorunları yalnızca doğum ve evlilik oranlarına indirgenmiştir. Bu bağlamda 2026 yılı bütçe görüşmelerindeki veriler dikkat çekicidir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının 2026 yılı bütçesinin yalnızca %1,2’si kadınlara ayrılmıştır. Diğer yandan 2025 yılı için kadınlara ayrılan bütçenin de ilk 6 ayda yalnızca %40’ı kullanılmıştır.

Bakanlığın kadınlar için ayırmış olduğu bütçenin kullanımına dair yaptığı açıklamalar ise genel olarak evlenecek gençlere ve doğum yapanlara yapılan maddi yardımlarla sınırlı kalmıştır. Bizler sahada çalışan kadın avukatlar olarak biliyoruz ki kadınların şiddet döngüsü içerisinde kalmalarının en büyük gerekçelerinden biri ekonomik zorlukların getirdiği yoksulluk ve yoksunluktur. Bakanlığın bütçeye ilişkin verileri, kadınların yaşam hakkının ve özgürlüklerinin arka plana itildiğini açıkça göstermektedir.

Kadınlar devlet politikalarıyla bu kadar yalnızlaştırılmış ve ikinci plana atılmışken, İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararından cesaret bulan kişi ve kurumlarca, eşitler arasında yapılması gereken arabuluculuk uygulamaları, aile ve miras hukukuna yerleştirilmeye çalışılmakta, her yıl nafaka ve 6284 sayılı kanun tartışmaları gündeme gelmektedir. Onların gündemi bu olsa da biz kadın hakları savunucuları olarak kazanımlarımızdan asla vazgeçmeyecek ve bu kazanımları çoğaltmaya devam edeceğiz.

Biz, Muğla Barosu Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu olarak, bugün, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde bir kez daha altını kalın çizgilerle çiziyoruz:

Türkiye’de kadınların yaşam hakkı sistematik olarak ihlal edilmektedir. Kadına yönelik şiddet, münferit değil; toplumsal, sistematik ve politik bir sorundur. Devlet mekanizmalarının eksikliği, ihmali ve kayıtsızlığı her gün kadınların hayatına mal olmaktadır. Bu ağır ihlallerin sorumluluğu görmezden gelinemez, ertelenemez, çünkü devlet ve kurumları her bir kadının yaşam hakkını korumakla yükümlü ve sorumludur.

Bu nedenle kamu otoritelerine yönelik çağrımız açıktır:

  1. Etkin soruşturma yükümlülüğü eksiksiz yerine getirilmeli, şüpheli kadın ölümleri intihar olarak örtbas edilmeksizin titizlikle incelenmeli, hiçbir dosya kapatılmamalıdır.

  2. Şiddet mağduru her kadın için derhâl, gecikmeksizin ve tavizsiz etkin koruma tedbirleri uygulanmalıdır.

  3. Kolluk, savcılık ve idari kurumların kadınlara yönelik şiddet vakalarında gösterdiği ihmaller cezasız kalmamalıdır.

  4. Şiddetle mücadelede bilimsel ve bütüncül politikalar benimsenmeli; var olan sığınma evleri, danışma merkezleri ve izleme mekanizmaları acilen güçlendirilmeli, henüz faaliyete geçirilmemiş olan kadın sığınma evi ve danışma merkezleri tüm il ve ilçelerde kurulmalıdır.

  5. Feshedildiği tarihten bu yana idari mekanizmaların ihmallerini her geçen gün artırdığı İstanbul Sözleşmesi derhal yeniden uygulanmalıdır.

  6. Toplumsal cinsiyet eşitliği dersleri ivedilikle müfredata tekrar eklenmelidir.

  7. Muğla özelinde önemle belirtmek gerekir ki; kadına yönelik şiddetle mücadelede kurumlar arası iş birliğinin etkin bir şekilde sağlanabilmesi için düzenlenen İl Teknik ve Koordinasyon Kurulu toplantılarına Kurulun Bileşeni olarak Adalet Bakanlığı temsilcileri, özellikle hâkim ve savcıların etkin katılımı ivedi şekilde sağlanmalıdır.

Çünkü; kadınların öldürülmediği, şüpheli ölümlerin karanlığa gömülmediği, adaletin gerçekten tecelli ettiği bir ülkeyi inşa etmek devletin görevidir. Bu görevi yerine getirmeyen, getirmekte isteksiz olan her mekanizma, kadınların ölümünde pay sahibidir.

Muğla Barosu olarak kadınların yaşam hakkını savunmak için her dava dosyasının, her duruşmanın, her hukuki mücadelenin takipçisi olmaya kararlıyız.

Her gün olduğu gibi bugün de tekrar haykırıyoruz;

Kadınların mücadeleler sonucunda elde ettiği kazanımları kaldıracak veya ihlal edecek her türlü düzenlemenin karşısında olmaya devam edeceğiz, kadına yönelik şiddeti artıran her türlü mekanizma ve işleyişin karşısında durağız, şiddet mağduru kadınların her daim destekçisi olacağız, İstanbul Sözleşmesinin tekrar uygulanması ve yeni kazanımlar elde etmek için mücadelemizi dayanışma ruhuyla sürdürmeye devam edeceğiz.

Kadına yönelik şiddetin normalleştirilmesine, cezasızlığın kurumsallaşmasına, hukukun siyasallaştırılmasına ve kadınların yaşam hakkının gasp edilmesine asla sessiz kalmayacağız.

Bu ülkenin kadınları yalnız değildir; hukuk, örgütlü mücadele ve dayanışma kadınların yanındadır. Bizler, kadınların eşit, özgür ve şiddetsiz yaşam hakkını savunmaya, bu mücadeleyi gerek adliyede gerek sokakta gerekse tüm hukuk zeminlerinde kararlılıkla yürütmeye devam edeceğiz.” 


Editor : ARZU BARIŞKANER
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER