Marmaris’te Nağmelerle Yükselen Bir Hayat
Marmaris’te mevsim bir anda değişmez. Güneş, içindeki sıcaklığı yitirmiş bir gülümseme gibidir; gece ise karanlıkta uzanan soğuk bir el kadar ürperticidir. Rüzgâr, evin içinde dolaşan hayaletleri andırır. Camlar yavaş yavaş örtülmeye başlar. Denizin yüzü düşer, dalgalar kendini kıyılara çarpa çarpa söylenmeye koyulur. Her şey yerli yerinde görünse de, kış sahneye doğru usulca ilerler. Koşuşturmalar yavaşlar, telaşlar diner, gidenler unutulur. Tıpkı hayat gibi, her şey sizi yeni mevsime alıştırır.
Marmaris’in en sevdiğim yanı da budur işte: Hayatın sizi kovaladığı koşturmayı bırakıp artık siz hayatı kovalamaya başlarsınız. Yaşamınızın içine her şeyi sığdırmak istersiniz. Yapmadıklarınızı yapar, öğrenmediklerinizi öğrenir; pandemi günlerinde olduğu gibi, her şeyi yeniden kendiniz üretmeye koyulursunuz.
Bunların belki de en güzeli, şarkı söylemektir. Çünkü Marmaris’te insan gerçekten şarkı söyler. Bir araştırma yapılsa, Türkiye’nin en çok şarkı söylenen yeri belki de Marmaris olur. Her üç kadından birinin ya koroda şarkı söylemişliği, ya da bir yakınının koroya katılmışlığı vardır. Koro deneyimi olmasa bile, konserlere gitmiş; önce usulca, sonra büyük bir cesaretle bildiği şarkılara eşlik etmiştir. Yıl boyu çalışmalar yapılır, yaz boyunca sahneler kurulur. Konser vermek Marmaris’te neredeyse gelenektir.
Ben de İstanbul’un tozu ayakkabılarımdan henüz dökülmeden, bir koronun kapısında buldum kendimi.
Marmaris’te bir koroya katılmak, sanıldığının aksine yalnızlık hissinden ya da vakit geçirmek için değil; kendini gerçekleştirme yolculuğunun yüksek bir durağıdır. Sanata duyulan özlemin kavuşmaya dönüştüğü bir yerdir. Marmarisli oldukça, bu kadar çok koronun oluşmasına şaşırmazsınız. Burada eğlence kültürü, izlemekten çok katılmak demektir.
“Müzik ruhun gıdasıdır” derler ya… Siz artık bedeninizle ruhunuzun yolculuğunu aynı hıza getirmiş, kendinizle bütünleşmenin hazzını yaşıyorsunuzdur. Sesinizin güzel ya da çirkin olması önemsizleşir. Kimseye kendinizi beğendirmeye çalışmadan, sadece içinizden geldiği gibi söylersiniz şarkınızı.
Bir şarkının içinde hep birlikte ilerlerken, sizin nefesinizin yetmediği yerleri tamamlayan birileri olur. Ve o an, siz de fark etmeden bir sahne sanatçısına dönüşürsünüz. Koroda şarkı söylerken, eksik kalan sesinizi tamamlayan bir dostla şarkının bütünlüğü olursunuz. Şarkılarla dolarsınız. Şarkılarla taşarsınız.
Herkes sevdiği türde şarkılar seçer. Ama ben, o şarkıları bize söyleten kişiyi seçtim: Ahmet Başman’ı… Kanuni Ahmet Başman. Adana’dan Marmaris’e uzanan bir ömürlük zaman tünelinin içindesinizdir onunla birlikte. Sadece koro yönetmez, sadece şarkı seçmez; kanunun tellerinde her özlemin kapısını açan bir anahtar taşır. Dizlerinin üzerine aldığı, kelebeğin kanatlarını andıran kanunuyla, duyguların görünmeyen hikâyesini anlatır. Aşkı, ayrılığı, kavuşmayı ondan bir başka dinlersiniz.
"Yalnızca ‘Ben Gamlı Hazan’ değildir artık iç geçirten… ‘İlle de Vazgeç’ de büker dudakları. Bazı şarkılar güldürür, bazıları uzaklara daldırır; bazılarıysa siler sizi bulunduğunuz andan."
Bir hikâyeyle hayrete düşürür, bir başkasıyla içinizi sızlatır.Mesela:“Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini...”Turgut Yarkent, bu sözleri sevdiği kızla karşılaşıp perişan olan bir arkadaşının ricasıyla yazmıştır. Odasına çekilir ama önce arkadaşına sorar:“Gözleri ne renkti?”“Hatırlamıyorum,” der arkadaşı.Yarkent sinirlenir, yeniden kapanır odasına… Ve ardından o dize gelir:“Yazık olmuş o gözlerden sana akan yaşlara…”
Ahmet Hocamızın sesi, sözlerine incecik dokunuşu, zarif üslubu, her haliyle bir zamanın zarafetini yaşatır. Unuttuğumuz değerleri, ölçüleri, tavırları onunla yeniden öğreniriz.
Derse geç kalanlar, başlanan eserin bitmesini bekler. Kapı ancak çekinerek tıklanır. İçeridekilerin uyarısı ya da müziğin kısa bir duraksaması, onun titizliğinin yankısıdır. Ama bu sessizlik bile bir korkudan değil, onun ne dediğini kaçırmamak kaygısından doğar.
Bir gün Pakize Hocamız şöyle dedi:“Arkadaşlar, size bir şey sormak istiyorum.”Herkes sustu. Hocamız kolay kolay derse ara vermezdi. Ama konu Ahmet Hoca olunca dinlenirdi:“Ahmet Hoca’nızı tek cümleyle anlatsanız, ne derdiniz?”Bir sürü güzel cümle kuruldu. Ama hiçbiri yetmedi. Çünkü onun varlığı, başlı başına bir makamdı.
Ahmet Başman…Sadece bir koro şefi değil.Bir dönemin, birkaç kuşağın sesi.63 yıl boyunca sahneden hiç inmemiş bir sanat adamı.Tellerin üstünde yürürken düşmeyen bir dengede, notaların arasında hiç kaybolmadan ilerleyen bir ömür…
1962’de Adana Halk Eğitimi Korosu’nda başlar müzik serüveni. İstanbul’daki öğrencilik yıllarında taş duvarlı salonlarda Türk Sanat Müziği’nin nağmelerini önce ezberler, sonra onları yeniden yazar. İTÜ Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşunda yer alır. Müziği sadece icra etmez; taşır, büyütür, paylaşır. 1993’te Muğla Belediyesi Türk Sanat Müziği Korosu’nu, 2000’de Muğla Türk Musikisi Derneği’ni kurar. Marmaris’te yıllarca korolara, konserlere emek verir. Sahne onun evi olur, notalar onun dili olur.
Ahmet Hoca bir şarkıya başlamadan önce o şarkının hikâyesini anlatır. Çünkü onun için her şarkı, yaşamın saklandığı yerdir.“Bir Nigâh Et Ne Olur”, yalnızca bir beste değildir; bir iç çekiştir, bir sese özlemdir, bir yalvarıştır, bir çaresizliktir. Bir bakışla bir ömrü baştan yazmak isteyen o duyguyu verir size. Çünkü o, 63 yıldır notaya değil; aşkla yürünen bir yolun mimarıdır.Bir anıya, söylenmemiş bir söze, zamana bırakılmış bir seslenişin dönüşüdür.Bugün hâlâ Muğla Türk Musikisi Derneği’nin başkanı ve koro şefidir.Ama artık yalnızca bir eseri değil; zamanı yönetiyor. Sessizliğin neresinde durulacağını, hangi susta hayatın yeniden başlayacağını öğretiyor bize.
Koro denildiğinde sadece birlikte şarkı söyleyen insanlar gelmesin aklınıza. Koro; kimliklerin, aidiyetin, toplumsal dayanışmanın ve kültürel belleğin sahnesidir. Marmaris gibi turistik bir kentte korolar, yerel kültürün taşıyıcısıdır. Bu yapılar farklı yaşlardan insanları bir araya getirir; sadece müzik değil, dostluk ve toplumsal uyum da inşa eder.
Elbette her yapıda olduğu gibi, bu topluluklar da kendi içinde hiyerarşiler, eşitsizlikler ve mekân sıkıntıları taşır. Repertuardan konser salonlarına kadar her detay, koronun toplumdaki yerini yansıtır.İşte bu kültürel devamlılığın en kıymetli örneklerinden biri, sanata 63 yılını adamış olan Ahmet Başman’dır.
Kendisine herkesin sorduğu gibi ben de sordum:“Hocam, neden hâlâ koromuzda değiliz?”Birkaç ay önce çalıştığımız mekânda tadilat vardı. Yetkililerle birlikte görüştük, “Güzel bir yer ayarlayacağız,” dediler. “Bekleyin,” dediler.
Ahmet Hoca'nın yüzünden düşen, gözünden düşemeyen o damlalar...Yıllardır tanıdığını söylediği, makamına birlikte gittiğimiz kişiye bile sitem etmeden, elinde bükülmüş bir kâğıtla durumu anlattı.63 yıldır sanata emek veren bir duayene, Marmaris’in bu yüce değerine uygun bir yer yoktu.
Ne yazıyordu o kâğıtta? Söylemeyeceğim.Ama onu tanımlamak için Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünden daha iyi bir ifade olamaz:
“Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatçı olamazsınız.”
Bu bekleyiş onun için 63 yıldan da uzun. Çünkü müziği sadece sevmiyor, müzik onun varlık sebebi.Ve bizler, kartlar yeniden karılırken; Ahmet Başman hocamızın bu bekleyişini, sanata ve sanatçıya adanmış bir ömrün karşılıksız bırakılışı olarak, Marmaris’in bu yüce değerine yapılmış buruk bir sessizlik olarak içimizde taşıyoruz.
Herkes şarkı söyleyebilir.Herkes kanun çalabilir.Herkes bir koro kurabilir.Ama bir ömrün 63 yılını müziğe adamanın adı, Ahmet Başman’dır.
Şarkılar söyle o sahillerde…
Rüzgârlar bana senden nağmeler getirsin.Bırak kendini denizin mavi sularına…Fırtınalar seni okşayan dalgalarla getirsin.
???? Şarkılarla hayatınıza yeni bir sayfa açın.
Reyhan Semiha Demirci