
Yeri dolduramaz ve büyük önder, Mustafa Kemal Atatürk ne demişti, özetle savaşların kazanılması yetmez, ekonomik bağımsızlık olmadıkça savaş kazanmak tek başına yetmez.
Gerçekleri onlarca yıl öncesinden gören ve Ulusuna vasiyet gibi bıraktığı, görüş ve önerilerinin ne kadar kıymetli ve değerli olduğu bu günlerde daha net olarak görülmekte ve anlaşılmaktadır ve yaşanmaktadır.
Şunu ifade etmek gerekir ki ülke olarak savaşa girsek ve bu nedenle pahalılık ve yokluk çeksek bunun bir anlam ve ifadesi olabilir elbette.
Ne yazık ki ne bir savaşa girdik veya giriyoruz ne de bir savaşın tarafıyız ama pahalılık ve yoksulluk çeken bir ülke olduk.
Var mıdır bunun bir anlamı?
Elbette var, ülkenin tarım ve ekilebilir alanlarını betonla doldurur yetmez bir de toprak altlarının maden ocaklarına çevirir, her şeyi ithal yoluyla karşılamayı adet edinirsek, hayvancılığın git gide yok olmasına göz yumarsak, kaçınılmaz sonuç kapıyı çalmıştır demektir.
Bunu mukadderata bağlamak elbette sağlıklı bir görüş olamaz.
Gelsin bakalım gemi gemi etler yağlar, ton ton arpa buğdaylar, sorarım size kaç gün yeter ülkemize. Bir hafta bilemedin on gün ya sonrası?
Ülkemizde yerel ve ulusal basın haykırıyor, 11 milyondan fazla aç ve yoksul vatandaş var diye.
Devlet imkân ve yardımlarıyla geçinmiyorlar mı?
Bu mudur kalkınmışlık, bu mudur refah, bu mudur çağ atlamak?
Ya gelir dağılımı. Yüzde otuz, yüzde yetmiş gelire sahip, yüzde yetmiş yüzde otuzluk gelire sahip. Nerede gelir dağlımı adalet?
Orta sınıfa ne oldu?
Bir ülkede. Açlık ve yoksulluk ne kadar yüksekse, sosyal yaşam ve adalet o kadar bozuk demektir.
Bu düzen ve dışa bağımlılık ne kadar çoksa, vatandaşın iktidara bağımlılığı da o derece yüksek ve de bağımlı demektir.
Zira aç ve yoksul vatandaşlara, iktidar sosyal elini uzatmakta ve her türlü yardım yapma tekelini de elinde tutması demektir.