Kırmızılı kadın bu büyülü buğunun ortasında topraktan bitip,
doğayı tazeleyen bir “Işık Çiçeğiydi”.
Mumya gördüğü güzellik karşısında etkilenmemeye çalışıyordu. Dönüşümünde tamamen
karanlığa gömülmemek için hissetmemesi gerekiyordu.
“Şekil olarak güzel bir görüntü.” diye içinden geçirdi.
Kadın nefes alıp vererek kollarını biraz daha yukarı kaldırdı. Uzaklara, taa uzaklara, tepelere
ve sonra da gökyüzüne baktı. Tüm Melek Işınlarını Dünyaya yansıtmaya çalıştı. Güzel bir
gülümseyiş ile mutlu bir şekilde ana yoldan geçen arabaya baktı.
Doğa ne güzeldi. Ne hoştu. Dağlar, yüce dağlar her gün kadını selamlar, kadında onların
yücelikleri karşısında selam durur, ulu dağlara ve dağların arkasındaki tüm sevdiklerine
sevgisini ve ışığını yansıtmaya çalışırdı. Bugün Güneş daha bir şen, daha bir muzipti. Ve onun
ışığı ile kadının ışığı müthiş bir uyum yaratarak karanlık bulutlara bir sevgi mesajı
göndermişlerdi.
Bitkiler topraktan kafasını uzatmış, böcekler selam durmuş, yapraklar küskünlüğünden
kurtulmuş, ağaçlar gövdelerinde yaşamın ışığını hissetmişler, kadına;
“Işığını sakın söndürme” diyorlardı.
Kırmızılı kadın bu tarihi kentte, ana yoldan ilçe merkezine doğru yürümeye devam etti. Yolun
iki yanı küçük villa tipi bahçeli evler ile sıralanmıştı. Yeni yapılmış kaldırım dikkatini çekmişti.
Bağ evleri yapılı ve bakımlıydı. Kadın yürürken karşı tarafa baktığında çocukken onun yüreğini
yakan o karanlık hikâye aklına geldi. Ana yolun solundaki sırada İki katlı bir ev görünüyordu.
Buradaki tüm evler gibi bu evin de bahçesi büyük ve genişti. İri dallı, eski ağaç vakur bir eda ile
bahçede duruyordu. Ev harabe haline gelmişti. Daha çocukken, sekiz yaşlarında, bu evde
yaşayan bir genç kızın, kendisini istemediği bir gence vermeye kalkan ailesi yüzünden, bu
ağaçta intihar ettiğini duymuştu. Çocuklukta aldığı ilk acı, yüreğini dağlayan ölüm haberiydi.
İnsanların birbirlerini dinlememesi, küçücük bir kızı kendi isteklerine boyun eğdirmeye
çalışması, o kızı buhrana sokarak hayatına son verdirmeleri ne kadar korkunç bir duyguydu.