İkinci Dünya Savaşı’nın en büyük sivil deniz felaketi, bir başka deyişle denizdeki Yahudi katliamı idi. 1941’in sonunda, II. Dünya Savaşının en hararetli günlerinin yaşandığı dönemdi, tabii Yahudiler için bunun tanımı çok daha vahimdi.
O zaman diliminde Almanlar, Romanya’nın bir şehrinde 4.000’e yakın Yahudi’yi kadın, çocuk, bebek demeden vahşice katletmişlerdi. Romen Yahudiler arasında korku ve panik had safhaya varmıştı, her anları korku içinde geçiyordu. Her bir Romen Yahudi’si ölümden kaçış yollarını aramaya başlamıştı. Güçsüzdüler ama göz göre göre ölümü bekleyecek değillerdi… Avrupa’nın hemen hemen tamamı Hitler Almanya’sı tarafından işgal edilmişti. Türkiye Yahudilerin maruz bırakıldığı soykırımı bilmesine rağmen, Hitler Almanya’sıyla iyi ilişkiler içinde olduğundan Yahudilere Türkiye üzerinden İsrail’e geçiş iznini vermedi. Oysaki birçok Yahudi, çocuklarının hayatlarını kurtarabilmek için her şeyi yapmaya hazırdı. Bir Romen gazetesinde Panama bandıralı bir Yunan şirketine ait transatlantik bir geminin Yahudileri İsrail’e taşıyabileceğiyle ilgili bir reklam yayınlandı. İlanı veren kasten geminin üzerinde Kraliçe Mary’nin fotoğrafını kullanmıştı. Fakat “gemi” 1867’lerde inşa edilmiş, eski, 46 m uzunluğunda, tahtadan yapılmış ve en fazla 100 yolcu kapasiteliydi. Acaba bu ilanla Yahudilerin ölümünün daha hızlı gerçekleşmesi mi planlanıyordu, hem de ellerindeki avuçlarındaki ne varsa hiçbir zorluk çıkarmadan gönül rızasıyla verilerek. Gerçekten tasarlanmış bir ölüm yolculuğumuydu bu? Peki, kimin veya kimlerin işbirliğiyle…
STRUMA’nın birde takma adı vardı o da “Şişman’dı.
Romanya’nın liman kenti Constantia’dan İsrail’e yolculuğun maliyetini 1000 Dolara çıkartmışlardı. Yahudiler Romanya’dan İsrail’e çocuklarını ve kendilerini atabilmek için her şeylerini onları büyük bir açgözlülükle bekleyen zaten insanların en aciz çaresiz olduğu durumdan beslenen talancı-tefecilere satmak zorunda kaldılar, tabii ki yok fiyatına. Aslında satmadılar, çok büyük oyunlarla mallarına yok pahasına el konuldu. Geminin harap-hurda olduğunu görmelerine-bilmelerine rağmen Yahudilerin İsrail’e gitmek için, çocuklarını o masum yavruları yaşatabilmek ve kendi hayatlarını kurtarabilmek için bu gemiden başka seçenekleri yoktu. Bu onların son ve tek umutlarıydı, başka bir kurtuluş yolu yoktu, onlara yaşama şansı tanınmıyordu. En fazla 100 yolcu kapasiteli gemiye 769 yolcu bindirildi. Ve gemide 769 insan için sadece 1 tuvalet vardı.
Yolcuların tek gıdası, her üç günde bir portakal, birkaç fıstık, fındık, biraz şeker ve çaydı. Her şeye razıydılar, endişeliydiler. İsrail’e sağ salim yetişebilecekler miydi bilmiyorlardı, onun dışında da hiçbir şeyin önemi yoktu yeter ki ülkelerine varabilsinler, bu esaretten kurtulabilsinler.
Ölüme giden yolculuğun üçüncü gününde geminin motoru arızalandı. Kaptan motoru tamir etmek için, kişi başı alınmış o yüksek ücret yetmiyormuş gibi bir de tekrar yolcuların üzerinde bulunan altından-gümüşten yapılmış tüm değerli eşyaları motor tamiri için topladı. İkinci kez talana uğradılar, bu da mı bir oyundu kim bilir? Ama gemi İstanbul’a vardığında motor tekrar arızalandı. Gemi artık o ağırlıkla uzun süre yüzemeyecek durumdaydı ve yahudilerin ellerinde avuçlarında hiçbir şey kalmamıştı artık.Sancılı bekleyiş başladı…
Geminin S.O.S çağrısına rağmen Türk Sahil Güvenlik görevlileri geminin limana yanaşmasına izin vermedi. Herkes endişeli, ne olacağını bilmezken bir gece; güçlü, yapılı olan genç bir Yahudi sahile yüzmeyi denedi. Bu ölümü göze alarak o soğuk suda yüzerek sahile ulaşmayı başaran o genç Türk Kıyı Muhafızları tarafından gözaltına alındı ve gemiye motorlu tekneyle geri götürüldü. Hiç kimseyle irtibata geçmelerini istemiyorlardı. Çaresizce bir yandan soğuk bir yandan açlık ve ne olacağı endişesiyle beklediler, beklediler…