Hafif hafif çiseliyordu yağmur…
Ne şemsiye açtıracak kadar inatçı,
Ne de içindeki eski sızıları susturacak kadar yumuşak.
Adam, otuzuna yaklaşmış bir yalnızlık gibi…
Yürüyordu kentin ıslak taşlarında.
Her adımda düşünceler çoğalıyor,
Hayatın döngüsü kendi içinde yeniden çiziliyordu.
Ve o döngü… yıllar önce hem sevgiyi..
Hem yarayı yaşadığı kadına götürüyordu onu.
Bir kırılganlıkla ayrılan yollar…
Ve yıllar sonra gelen ilk buluşma!
Kadının o cümlesi çınladı kulaklarında:
“Nefretin, çoğunun sevgisinden daha şefkatliydi…”
İtiraf mıydı bu?
Yoksa gecikmiş bir sitem mi?
Adam karar veremeden yağmur ansızın çoğaldı.
İnsanlar şemsiyelerini açarken
Açık olan şemsiyesini kapattı.
Dolu yağmalı başıma…
O zaman aklım gelir başıma.”
Buluşma yerine vardığında; Sırılsıklamdı.
Kadın, şemsiyesinin altından
Onu tanıdık bir gülüşle süzüp
“Neden?”
Adam gözlerini kaçırdı:
“Ne seni… ne de şemsiyeyi hak etmiyorum.”
Sözler sustu…
Yağmur konuştu.
Kadın, geçmişi ardında bırakır gibi
Hasretle sarıldı..
Kırılgan bir anın bütün cesaretiyle:
“Her şeyi hak ediyorsun… güzel yürekli.”
Sonra titreyen elleriyle
Bir yüzük uzattı:
“Evlen benimle.”
Yağmur, gülüşlerine karıştı o anda;
İki yalnızlık birleşip tek bir sıcaklık oldu.
“Şimdi geldi vakti…” dedi kadın.
Ve içini titreten bir dinginlikle ekledi:
“Mevlana der ya;
Her şey vaktini bekler…
Ne gül vaktinden önce açar,
Ne de güneş vaktinden erken doğar.
Bekle… senin olan sana gelir.”
“Geldin bana… güzel yürekli,”
Sıkı sıkı sarıldı. Aşkına!


Ziya Demirel 2 gün önce