USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

YÜZLEŞELİM

02-12-2025

Bir gül gibi al ve narin,
Bir su gibi saydam ve sakin…
Susar kadın Ünzile.

İçimizden söylediğimiz, söyleyen varsa hep birlikte hüzünle, saygı duruşu gibi kısa bir sessizlikle kalakalıp kalbimizi hüznüne bandığımız bu şarkı, içimizdeki acıyı gözlerimize sürdürür. Haline şükret” diye seslenen o sesin öğüdüyle birlikte uzaklara bakarız. Kimsenin onu kurtarmaya gelmemesinin sessiz ağıdıdır Ünzile. Şarkı bağırmaz, ağlamaz, yalvarmaz; sadece anlatır. Dağlara çarpa çarpa yankılanan, toplumun görmezden gelmeyi seçtiği bir gerçeğin, kurumuş otlar gibi harcanan hayatların belgesidir. Ünzilenin temsil ettiği erken kadınlık”, bugün alıştığımız; haber olduğunda ah vah” deyip geçtiğimiz ama içimizde hala kabuğu sökülüp kanayan, iyileşmeyen açık bir yaradır. Bir suç belgesidir.

Kadın olmadan yaşlanan tüm kadınlar için kader” denilerek teselli bulunmuş bu şarkı, Aysel Gürel ve Onno Tunç’un sogukkanlı ağıtı, sanatın toplumsal hafızadaki rolüdür. Ünzile; yapısal esitsizliklerin, toplumsal normların, geleneklerin, cinsiyet esitsizliginin ve sosyal, ekonomik, kültürel yapının ürettigi dogal” sanılan kaderin ve öğrenilmiş çaresizligin sembolüdür.

Ama yakına sokulursanız bu şarkı kadını bir nesne” olarak değil, bir “özne” olarak kurar; çünkü umut, her zaman çabanın bekleyişidir.

Bugün konumuz tam da bu: ŞIDDET
Sadece tokat, yumruk degil; dilde, bakışta, evde, işte, sosyal medyada, ilişkide, hatta susarak” üretilen şiddet.

Toplum olarak, çoğu zaman faili degil magduru sorgulayan bir yerdeyiz.

Peki Ben hiç şiddet yaşamadım.” diyen bir kadın var mı?
Sanmıyorum.

O yüzden Kadına Yönelik Şiddet” hakkında tekrar tekrar konuşmamız gerekiyor. Ama 25 Kasımda sadece acıya odaklanıp ertesi gün her seyi unutmak yerine, olayın merkezinden kadını çekip şiddetin kendisine bakmak zorundayız.

Çünkü faillerin bahaneleri toplumda karşılık buluyorsa, o şiddet bireysel degildir; yapısaldır.

Bugün kadına yönelik şiddet” dediğimizde, arka planda nasıl bir dünya kuruldugunu görmek zorundayız:

Erkege daha fazla güç, Kadına daha fazla yük verilen,
Ailenin mahrem” diye kutsandıgı, Içeride neler oldugunun görmezden gelindigi, Özel alanın en çok ihlalin yaşandıgı yer oldugu bir dünya.

Gelin, resmi biraz büyütelim.

İNSANLIK HIKAYESI: EŞIT BAŞLADIK, EŞITSIZ BITIRDIK

Şehir yok, isim yok, takvim yok…
Yaklaşık 300 bin yıl önce, dünyanın vahşi oldugu, hayatta kalmanın beceri degil mucize oldugu bir zaman: Homo sapiens. Çıplak, zayıf, kassız. Dogaya karşı güçsüz ve tek yapabildiği şey: birlikte hareket etmek. Küçük gruplar halinde dolaşan avcı-toplayıcı topluluklar… Yırtıcılarla iç içe, hayat memat mücadelesinde bir iş bölümü zorunluluğu.

Kadınlar çocuk doğuruyordu ama aynı zamanda kök toplayan, meyve seçen, zehirli otları bilen şifacılardı. Ilk tıp bilgisi, ilk eczane, ilk doktor” büyük ihtimalle bir kadındı.

Erkekler avlanıyordu. Av törenlerle yapılıyor; ama ortada mülk yok, para yok, biriken bir sey yoktu.

Birikmeyince sahiplik de yok. Sahiplik olmayınca “üstünlük” de yok.

Sonra toprak kazıldı, tohum ekildi, yerleşik hayat başladı. Kritik kırılma anı işte burasıydı:

Toprak sabitlendi. Ürün birikti. Ambar kuruldu. Fazla ürün (artı ürün) ortaya çıktı. Artı ürün = Güç.

Birikim başladığında sahip olmak” diye bir mesele dogdu. Sahiplik ise beraberinde iktidarı getirdi. Tarım, mirası yarattı; miras da şu soruyu:

Bu kime kalacak?”

Babalık kesin” olmalıydı. Dogurganlık denetlenmeliydi. Sahneye namus, sadakat ve kontrol çıktı. Toplum devam etsin diye çocuk gerekiyordu. Her çocuk gelecegin işçisi, askeri, vergi ödeyeniydi. Soy sürmeliydi, miras devam etmeliydi, isim yaşamalıydı.

Statüler üretildi. Kadın doguran, bakan, taşıyan” olarak bir fonksiyon haline geldi.

Roller sertleşti: Erkek: Dış alan, savaş, toprak koruma, agır bedensel iş. Kadın: Iç alan, çocuk bakımı, ev, görünmeyen emek.

Yazı bulundu, hukuk dogdu. Bilinen ilk hukuk metinlerinde kadın, hep bir erkeğin sorumlulugu altındaydı. Bedel ödeyerek boşanabiliyor, miras alabiliyor ama sınırlı ölçüde; tanıklıgı çoğu durumda geçersiz sayılıyordu. Dinlerle birlikte erkek otoritesi dogal” ilan edildi. Kadın, doga ve bedenle; erkek, akıl ve yasayla eşleştirildi. Kadın kamusal alandan çekildi. Gebelik, emzirme, çocuk bakımı; kadını zaman ve mekana bagımlı hale getirerek yeni sistemde içeriye kapattı.

İçerisi neresiydi? Özel alandı.

Görünmez emek, duygusal emek, ücretsiz olduğu için değersiz” sayılan emek… Tarım insanı doyurdu ama kadını yavaş yavaş hapsetti. Duvarla degil rollerle, zincirle degil ayıp, günah, namus, fedakarlık ve ahlakla.

Cesaretle direnen kadınlara ne oldu?
Cadı ilan edildiler, evlerinden atıldılar, fahişe sayıldılar, taşlandılar, yalnız bırakıldılar, aç bırakıldılar… Cesaretlerinin bedelini ödediler.

Peki kadınlar ne yaptı? Hayatta kaldılar.

Kadın, doganın gücü, bereketin timsali, tanrısallık atfedilen bir konumdan buraya nasıl geldi? Tabii ki gücün, mülkiyetin ve iktidarın erkek üzerinden örgütlenmesi yüzünden.

Ama bu erkekler bir gün toplanıp Hadi kadını ezelim.” demedi. Ortada tek bir kurucu kötü akıl” yok. Tarım, mülkiyet, savaş, devlet, din ve ekonomi üst üste geldi ve kendiliğinden örgütlenen bir yapı dogdu. Buna bugün ataerkil düzen (patriyarka) diyoruz.

Bu, bir erkekler kulübü” degil; tarihin, kurumların, dillerin, kuralların içinden yürüyen bir sistem.

KADIN: KORKU, SESSIZLIK, UYUM

Kadının uyumu, kendini korumaya yöneliktir; erkeğin uyumu, düzeni sürdürmeye. Dolayısıyla kadının yüzyıllar boyunca geri planda kalması bir tercih degil, çoğu zaman hayatta kalma refleksidir.

Psikoloji bize şunu söyler: İnsan, uzun süre tehdit, dışlanma ve yaptırımla karşılaştığında hayatta kalabilmek için bulundugu koşullara uyum saglar. Buna ögrenilmiş çaresizlik, ögrenilmiş uyum ya da hayatta kalma stratejisi diyebiliriz.

Güvenligi sessizlikte ve itiraz etmediginde cezalandırılmadıgını gören kadın, hayatta kalmanın en risksiz yolunu buldugunu zanneder.

Sanayi Devrimi ve 20. yüzyıl, kadınların kamusal alana yeniden girdigi dönemdir. Kadın:

  • Çalışmaya başladı,
  • Oy hakkı kazandı,
  • Mülkiyet edinme ve miras hakkı aldı,
  • Hukuken kişi” kabul edildi.

Ama sosyoloji burada net bir ayrım yapar: Hukuki eşitlik, toplumsal eşitlik degildir. Yasal düzenlemeler öne geçmiş, kültürel kodlar geriden gelmiştir.

Bu nedenle günümüzde kadın:

Hukuken eşittir,
Ama fiilen hala eşitsizdir.

Burada bir kavram devreye giriyor: Cam tavan.

Cam tavan, kadının eğitimli, başarılı, yetkin olmasına rağmen kariyerinde belli bir noktadan yukarı çıkmasını engelleyen görünmeyen bariyerlerdir. Kimse Sen kadınsın, seni almıyoruz.” demez; ama terfi listesinde adı yoktur, toplantıda sözü kesilir, liderlik pozisyonuna getirilmez. Camdır çünkü görünmez; tavandır çünkü en kritik noktada durdurur.

ŞIDDET: BIÇIM DEĞIŞTI, MANTIK DEĞIŞMEDI

Şiddet sadece vurmak” degildir. Şiddet, çoğu zaman kontrol etme arzusudur.

Modern toplumda şiddet yeni formlar aldı:

  • Fiziksel şiddet
  • Psikolojik / duygusal şiddet
  • Sözlü şiddet
  • Cinsel şiddet
  • Ekonomik şiddet
  • Dijital şiddet
  • Sosyal izolasyon
  • Israrlı takip (stalking)
  • Itibar suikastı, sosyal linç

Fiziksel şiddet: Bu kısmı yazmama gerek oldugunu sanmıyorum. Sosyolojik olarak güç kurma” arzusunun, psikolojik olarak öfke kontrolü sorunlarının ve ögrenilmiş şiddet modellerinin sonucudur.

Psikolojik / duygusal şiddet: Aşagılama, tehdit, bagırma, küçümseme, korkutma, sürekli eleştirme… Bireyin özgüvenini yok ederek onu bagımlı hale getirmeyi amaçlar. Çoğu zaman görünmezdir; o yüzden en yaygın ve en geç fark edilen şiddet türüdür.

Kim seni alır ki?
Abartıyorsun.
Sorun sende.
Kimse sana dayanamaz.” “Sen Hastasın”

Bu cümleler bagırmaz; yavaş yavaş yerini kişinin kendini öyle sanmasına bırakır. Hele hele bir manipülasyon ustasına denk geldiyseniz, vay halinize.

Gaslighting: Bir kişinin başka birini bilinçli biçimde kendi algısından, hafızasından ve duygularından şüphe eder hale getirmesidir; “öyle olmadı”, yanlış hatırlıyorsun”, “çok alıngansın” gibi cümlelerle kişi adım adım gerçekliğinden koparılır, zamanla ne yaşadığından emin olamaz, kendine güveni azalır ve sürekli acaba sorun bende mi?” diye düşünmeye başlar. Bu bir tartışma tekniği değil, psikolojik manipülasyondur; amacı haklı olmak değil, karşı tarafı kontrol altına almaktır. Kısacası kelimelerle sis yaratıp seni kendi aklından uzaklaştırma sanatıdır (ve pek de sanatsal sayılmaz).

Hakaret, küfür, aşağılayıcı hitap, küçültücü lakaplar… Psikolojik şiddetin günlük ve sistematik halidir; kişiye Ben değersizim.” duygusunu içselleştirir.

Cinsel şiddet: Rızasız cinsel ilişki, zorla dokunma, cinselliğin baskı unsuru olarak kullanılması, hayır”ın yok sayılması… Toplumsal olarak beden üzerindeki erkek egemenliğinin, psikolojik olarak kontrol dürtüsünün en sert biçimidir.

Cinsellik rıza ile olur; ısrar ikna değildir, zorlama flört değildir.

Ekonomik şiddet: Kadının çalışmasına izin vermemek, parasına el koymak, harcamasını kontrol etmek, kazancını küçümsemek, onu maddi olarak bağımlı kılmak… Amaç fiziksel zarar vermek degil, hayatta kalma araçlarını kontrol etmektir. Böylece kadın kaçamayacak hale gelir.

Dijital şiddet: Mesajları denetlemek, sosyal medya hesaplarına el koymak, konum takibi, özel görüntülerle tehdit, farklı hesaplardan ısrarlı mesaj… “Sürekli izleniyorum.” duygusu yaratarak psikolojik bir kuşatma kurar.

Sosyal izolasyon: Kadının ailesiyle, arkadaşlarıyla, dış dünyayla bağını koparmak. Psikolojik olarak yalnızlaştırma, sosyolojik olarak sahiplenme” üzerinden kontrol inşa edilir.

Israrlı takip (stalking): Sürekli arama, iş yerine ya da eve gitme, dijital ortamda taciz, gizlice izleme… “Kaçış yok” duygusu ve sürekli tehdit hissi yaratır.

REDDEDILMEYI KABULLENEMEYEN ERKEK VE AŞK” KILIGINDA İNTIKAM

Kadına yönelik şiddet yalnızca vurmak, bagırmak, itmek degildir. En zor fark edilen, en sinsi şekli çoğu zaman reddedilmeyi kabullenemeyen erkeklikten doğar.

Bir kadın, ihtiyaçları ve öncelikleri değiştiği için bir ilişkiye girme fikrinden yada ilişkiyi sürdürme fikrinden vazgeçebilir. Birine yaklaştıkça, karşısındakinin karakterindeki boşlukları, tutarsızlıkları, içi boş vaatleri fark edip Bu bana göre değil.” diyebilir. Birini tanımaya çalışmak, kimseye borçlu olmak demek değildir.

Ama bazı erkekler, bir kadının hayır” demesini güvenli ve olağan bir karar olarak değil, kişisel hakaret gibi algılar. Işte şiddet burada başlar. Bu tür erkekler için kadının kararı degil, sadece kendi arzusu gerçektir.

Kadın geri çekildiğinde mesele bitmez; erkek, kurduğu hikaye ve yandaşlarıyla savaşı sürdürür.

Reddedilen erkek kimi zaman “çok sevdim” der, kimi zaman magdurum” der, kimi zaman da kendini rezil olmuş biri gibi anlatır. Ama bu hikayelerin çoğu, kadının degil, erkeğin egosunun hikayesidir.

Bu noktadan sonra:

  • Kadının itibarı hedef alınır,
  • Karakteri sistemli biçimde yıpratılır,
  • Dengesiz”, hasta”, problemli”, psikopat” gibi etiketler dolaşıma sokulur,
  • Çevresi fısıltılarla doldurulur.

Amaç nettir: Kadını sadece susturmak degil, yalnızlaştırmak.

Psikolojik şiddet, bir kadını sadece kötü göstermekle yetinmez; onu insanların gözünde küçültmeye çalışır. Kadının bedenine degil, adına saldırır; yüzüne degil, sosyal hayatına.

Israrlı takip, engellenince yeni kanallar açmak, ortak tanıdıklara sürekli konuşmak, tehditkar cümleler, itibar zedeleyici hikayeler… Bunların hepsi şiddetin bir parçasıdır ve çoğu zaman romantik ısrar”, kapanmamış hikaye” gibi paketlenir. Oysa bu romantizm degil; saplantı ve psikolojik saldırıdır.

KADININ KADINA ŞIDDETI: IÇSELLEŞTIRILMIŞ BASKI

En zor konuşulan kısımlardan biri de kadının kadına şiddetidir.

Bir kadın olarak bize uygulanan sistematik şiddetten söz ederken, anne, eş, arkadaş, iş arkadaşı, komşu olarak şiddet kodlarını bir sonraki nesle nasıl taşıdığımıza da bakmak zorundayız.

Kadına yönelik şiddet sadece erkekler tarafından üretilmez. Kadınlar da bu düzenin taşıyıcısı olabilir.

Bir kadın;
Başka bir kadını küçük düşürdüğünde,
Iftira yaydığında,
Susarak destek verdiğinde,
Linçe katıldığında ve nereden vuracağını bildiğinde
aynı düzeni yeniden üretir.

Bu çoğu zaman bilinçli kötülük” degil, içselleştirilmiş baskının sonucudur.

Içselleştirilmiş baskı, bir insanın yıllarca maruz kaldığı güç ilişkilerini sorgulamadan kendi davranışının kuralı haline getirmesidir. Yani kişi, kadına yönelik değersizleştirmeyi, ahlak yargılarını, makbul kadın” kalıplarını, rekabetçi dili; dışarıdan dayatıldığı gibi degil, kendi zihninin sesi gibi uygulamaya başlar.

Ama bu, Kadının hiç suçu yok.” anlamına gelmez. Sistem araçları öğretir; ama o araçlara bilinçli basan bizler oluruz.

Değerini başkasını geçmekle ölçmeyi, itibarını başkasını kötüleyerek kazanmayı, birinin iyi olması için digerinin kötü olması gerektiğini öğrenen kadın, rekabeti ve sosyal yıpratmayı bir hayatta kalma stili” sanabilir.

Kendisini ön planda tutabildigini sandığı yer burasıdır ama kazdığı yere kendisi ve sevdikleri de düşecektir.

Bu noktada suç yalnızca sistemde degildir; bireyin de sorumlulugu vardır. Ama bilmeliyiz ki kullandığımız silahların tamamı bu düzenin yargılarıdır: Ahlak, namus, iyi kadın”, itibar, en güzel”, en akıllı”…

25 KASIM: RITÜEL MI, YÜZLEŞME MI?

25 Kasımda yürünüyor. Pankartlar açılıyor. Paylaşımlar yapılıyor. Sonra herkes evine dönüyor. Telefonlar kapanıyor. Caddeler boşalıyor. Kamera ışıkları sönüyor. Ve hayat kaldığı yerden devam ediyor. Asıl soru şu: 25 Kasımdan sonra gerçekten ne değişiyor?

Ertesi gün kadın yine idare eden” mi oluyor? Yine susan mı oluyor? Yine görmezden gelen mi? Başka bir kadının dedikodusunu mu yayıyoruz? Bir kadının itibarını sorgusuz sualsiz mi harcıyoruz? Karışmayayım.” deyip bir haksızlıga daha mı susuyoruz?

Belki de pankartları indirip, aynı düzenin içine geri dönüyoruz.

Oysa 25 Kasım, takvimdeki bir gün degildir. Toplumun kendi karanlığına bakmak zorunda kaldığı nadir anlardan biridir.

Ama eğer:

  • Bir kurum degismiyorsa,
  • Bir yasa uygulanmıyorsa,
  • Bir çocuk başka türlü yetiştirilmiyorsa,
  • Bir erkek başka türlü düşünmeye başlamıyorsa,
  • Bir kadın daha az korkmuyorsa,

25 Kasım bir zafer degil, tekrar eden bir törendir.

KADINLAR DÖNÜŞÜYOR, ERKEKLER ŞAŞKIN

Bugün sadece kadınlar deģişmiyor; toplumun cinsiyet düzeni deģişiyor.

Kadın, yüzyıllardır kendisine biçilen itaatkar, bakım veren, sessiz” rolden çıkarken; erkek hala koruyan, yöneten, hükmeden” rolünün kalıntılarıyla yaşamaya çalışıyor.

Toplum kadınlara: Güçlü ol, bağımsız ol, kendi hayatını kur, istemiyorsan çocuk doğurma, boşan, evlenme demeye başladı.

Ama erkeklere aynı netlikle hala şunu söylemedi:

Artık eşitsin.” Farklılıklarımız zenginliğimizdir.
Artık yönetmiyorsun, paylaşıyorsun.”

Bu yüzden birçok erkek, dönüşen kadın karşısında rol kaybı travması yaşıyor. Öğretilen erkeklik çökerken, yenisi henüz anlatılmış degil. Erkekler çoğu zaman zalim” oldukları için degil, öğretilen dünya çöktüğü için bocalıyor. Toplum erkeklere güçlü ol” dedi ama eşit ol”un nasıl bir güç oldugunu öğretmedi.

Şimdi yeni çağın erkekligi:

Kontrol eden degil, eşlik eden; Susturan degil, alan açan; Kıran degil, onaran; Sahip olmaya degil, beraber büyümeye dayanan bir erkeklik olmak zorunda. Korkmayın; erkeklik yıkılmıyor; yeniden yazılıyor. Bu kez bilinçle…

Bunları okurken bile yorulmuş olabilirsin ama önce degişeceğiz, sonra dönüstüreceğiz.

Neden bir şey yapasın yok, biraz da onu konuşalım.

Çünkü yorulduk.

Çünkü insanların şiddete tanıklık ettikleri halde müdahale etmemeleri, bireysel kayıtsızlıktan çok psikolojik ve sosyolojik süreçlerin sonucudur. Tekrarlayan olumsuz deneyimler bireyde öğrenilmiş çaresizlik geliştirir; kişi, hangi eylemi seçerse seçsin sonucun değişmeyeceğine inanmaya başlar. Toplumsal bağlamda ise seyirci etkisi”, kalabalık ortamlarda bireysel sorumluluk duygusunun azalmasına yol açar; herkes, müdahalenin başkaları tarafından gerçekleşeceğini varsayar. Sürekli şiddete maruz kalma veya tanıklık etme durumu, bireylerde duygusal uyuşma yaratır ve bu durum, şiddetin bir süre sonra psikolojik olarak olağanlaşmasına yani normalleşmesine neden olur. Buna eşlik eden etik tükenmişlik, bireyin adaletsizlik karşısında zihinsel ve duygusal enerjisini yitirmesiyle sonuçlanır. Ayrıca şiddete müdahale edenlerin sıklıkla dışlandığı, cezalandırıldığı ya da hedef haline getirildiği toplumsal yapı, bireyde bedel algısını güçlendirir ve susmanın güvenli bir strateji olduğu düşüncesini pekiştirir. Tüm bu süreçlere ek olarak, sorumluluğun devlet”, hukuk” veya diğer kurumlar” gibi soyut yapılara devredilmesi, bireysel eylemsizliği rasyonelleştiren bir mekanizma hâline gelir. Sonuç olarak şiddet karşısındaki sessizlik, etik yoksunluktan çok sistematik bir psikolojik uyum ve korunma biçimidir.

Hukuk: Cezasızlık ortadan kalkmadan,
Eğitim: Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi yaygınlaşmadan,
Ekonomi: Kadının ekonomik bağımsızlığı güçlenmeden,
Dil: Şiddeti romantize eden söylem kırılmadan,
Toplum: Beni ilgilendirmez.” kültürü çözülmeden
ve medyada konu alan temalar cinsiyet eşitligiyle işlenmeden

Bu sorunlar değişmeden aktarılmaya devam eder.

Ama bunların düzelmesi için, önce senin tek başına bile olsa ses çıkarman, bir taşı kaldırman gerektiğini bilmelisin. Bir taşı kaldırmak yerine erkek egemen toplumun eline verdiği taşlarla bir kadını taşlıyorsan daha çok üzüleceksin demektir.

MADEM ÖĞRENDIK, ÖĞRENILEN HER ŞEY DEĞIŞTIRILEBILIR

Kadın ve erkek olarak doğarız. Ama kadınlık ve erkeklik doğuştan gelmez; öğretilir. Ve öğrenilen her şey, yeni bir bilgiyle değiştirilebilir.

Modern toplumlarda yüzleşme çoğu zaman bir ritüele dönüşür. Ritüel gerçeği görünür kılar ama onu dönüştürmez. Her yıl aynı sloganlar, aynı yürüyüşler, aynı cümleler… Ama değişmeyen kurumlar ve alışkanlıklar varsa, orada artık yüzleşme yoktur; tekrar eden şeyin kendisi törendir.

Bu törenin içinde kaybolmayanlar da var: Yılmadan çalışan kadınlar, dernekler, gönüllüler, sahada emek verenler… Şiddetle sadece sözle degil, hayatla mücadele edenler. Onların önünde minnetle eğiliyorum.

Cevabını gerçekten duymaya hazır olduğumuz gün;  şu soruya gözümüzü kaçırmadan bakabildiğimiz gün: Bu düzenin neresindeyim, neyi sürdürüyorum, neyi sessizliğimle meşrulaştırıyorum?” 25 Kasım, kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günü; takvimdeki bir gün olmaktan çıkıp, hayatın tamamına yayılmış bir dönüşümün başlangıcı olacak.

HADI YÜZLEŞELIM

Şiddetin “çocuğum, kocam, karım, dostum, arkadaşım, kardeşim, iş arkadaşım” kartı olmaz. Adı sadece ŞIDDETtir. Ve sevgili arkadaşım; şiddeti yapan kadar, yapılmasına göz yuman, engel olmayan ve sessiz kalan herkes bu suçun ortağıdır.

Hayatımıza yeni bir sayfa açalım. Önce kendimizle yüzleşelim.

Reyhan Semiha Demirci

 

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?