Çocukken on-on beş çocuğun bağlarda
koşuşturduğunu, saklambaç oynadığını hatırladı. Nasıl şenlikli günlerdi. Yazın, geceleri, geç
saatlere kadar komşular birbirlerinden çıkmazdı. Şimdi ise sokaklar bomboş, hayaletler
dolaşıyordu. Doğa bu ilçeye tüm güzellikleri vermişti. İnsanlar ise o güzelliklerden ve
birbirlerinden kaçıyorlardı. Kırmızılı kadının ışığı birden azaldı.. Gökyüzündeki karanlık
bulutlardan biri Güneş'in önünü biraz daha kapattı. Kadın birden daldığı karamsarlıktan
çırpınarak uyandı. Bulutu gördü. "karanlık düşüncelere dalarsam beni de dönüştürürler.”
Tekrar gökyüzüne döndü, yukarılara taaa uzaklara ulaşmaya çalıştı.
“Beni Mumyalaştıramayacaksınız.” dedi.
Gülümsedi. Yeniden etrafındaki güzellikleri görmeye ve insanlara güzellik vermeye çalıştı.
Gururlu bir silkiniş ile yürüyüşünü tamamlayıp geri döndü. Karşıda yükselen apartman
binalarına baktı. Yarın bu bahçeler, villalarda yerini bu yüksek binalara bırakacaktı.
İnsanlar mumyalaşmış bir şekilde doğanın gücünden kapalı kapılar ardına saklanmaya
koşuyorlardı. Kapılar kapandıkça havalar daralıyordu. İnsanlar hastalıkların pençesinde mutfak
ile televizyon arasında hareketsiz bir şekilde gidip gelmeye başlıyorlar, yanlarında taşıdıkları
torbalarca ilaçlarını bir bardak su ile içmeye çalışıyorlardı. Bu sağlıklı sular arasında ilaçla
kendilerini tedavi etmeye çalışırlarken doğaya ayak basmaktan, bu suların içerisinde şifa
bulmaktan korkuyorlardı.
Kırmızılı kadın tekrar gökyüzüne baktı. Karşı dağlardaki güzellikleri özümsemeye çalıştı. Ayaş
Göleti'nin dağların arkasından gelen kokusunu hissetmeye çalıştı. Göletin etrafındaki doğal
yeşilliğin yüksek tepeler ile oluşturduğu armoniyi inceledi. Tüm bu güzellikleri ve havayı
karşıdaki binaya girdiğinde hissedemeyeceğinden korktu. Temiz havayı tüm nefes alışı
duracakmışçasına içine çekti.
Mumya bu sahneyi hayranlıkla seyretti. “Işığı ne kadar aydınlatıcı, ah bende
yürüyebilseydim.” Diye içinden geçirdi. Bu bulunduğu masanın üzerinden karanlık bulutlar ile
beyinlere girebiliyor, her şeyi görebiliyordu. Altmışında, yetmişinde insanlar yaşlandık diye
kenara çekilip, hareketsiz bir Dünya'nın içine düşüyorlardı. On dakikada yürüyebilecekleri yerler
için dolmuşa biniyorlar, bu bahçeli evlerin ortasında kapalı binalarda üşüyoruz diyorlardı. O
sobanın sıcaklığını da, kuzinenin sıcaklığını da unutmuşlardı.
Televizyonun başında yemek programlarını izleyip, mutfağa koşup hangi yemeği pişirip
yiyelim diye düşünürken sağlıklarını koruduklarını sanarak evden dışarı çıkmıyorlardı. Bir
komşunun gülen yüzü, Güneş'in bir ışını enerji verecekken perdenin arkasından kim gelmiş,
kim gitmiş diyen insanlar topluluğu artmıştı.
Mumya bu insanların da yaptığı hataların daha çoğunu yaşayacaklarını biliyordu. İçlerindeki
sevgi daha şeytanca düşüncelerle “ BEN”, “BEN” 'e dönüşüp her biri birer “Mumyalaşmış
Hayalet”'e dönüşecekti. Kırmızılı kadın gibi Melek Işığı olan kişilerin, biraz da olsa kendisinin
de geçtiği bu karanlık süreci biraz yavaşlatacağına inanıyordu.
Sevginin gücünün azaldığı yerde kırmızılı kadınlar yücelen sevgileri, inançları ve dostlukları
ile biraz daha dönüşüm sürecini engelleyecekler ve doğanın canlılığını korumaya devam
edeceklerdi.
Karanlık bulutlar ise Melek Işıklarını engellemek için insanları kışkırtıp içlerindeki iyiliği, sevgi
gücünü ve dostluğu yok etmeye devam edeceklerdi.
Sevginin ve dostluğun olmadığı yerde karanlık bulutlar, karanlığın efendileri, insanları birer “
MUMYALAŞMIŞ HAYALET” 'e çevirecekti.
Karanlık bulutlar ellerini ovuşturmaya devam ederken artan karanlığın içinde iyice
güçleniyordu.Sevgi ve dostluk ise ışığını yok etmeye çalışan karanlıktan, inanç ve yücelen ilahi
sevgi gücü ile korunmaya çalışıyordu.
Gülay KARAOĞLU 1/4 Editör