Kadın Avcılar tarafında bir toplantıya katılmıştı. Saat akşam 10:30-11.00 dolaylarındaydı.
Mecidiyeköy’e geçecekti. “Metrobüs’e binsem iyi olur.” diye düşündü ve durağa doğru yürüdü.
Metrobüs geldiğinde boş görünüyordu. O da bir koltuğa otururum diye düşündü. Durunca
binmeye çalıştı. Ama ne olduğunu anlayamadan arkasından fırlayan birkaç genç onu iteleyerek
öne geçti. Gençlerden biri eli ile oturacağı koltuğun önünü pergelleyerek onu yana itip ön tarafa
oturdu. Kadın önemli değil diye düşündü. Arka boş koltuklara yürüdü. Ne mümkün, tam
oturacağı sırada arkasından gelen diğer genç koltukların önünde durdu, bacaklarını açarak
arkasından gelen genç kızlara “hadi gelin, çabuk, oturun” diyordu. Kız, kadının önüne geçip
koltuğun birine, oğlanda diğerine, diğer iki kızda onların karşısındaki boş koltuklara oturdu.
Kadın önce umursamadı. Zavallılar diye düşündü. İstanbula geldiği günden beri bu Metrobüs
itiş kakışını izliyordu. İnsanlar oturmak için birbirlerini eziyor, gençler yaşlıları görmezden
geliyordu. Geçen hamile bir kadının ayakta kalmasına ve kalabalığın içinde şıkışmasına üzüntü
ile bakmış, sonrada oturan bir gence “kalkarmısınız, bakın bayan hamile” demiş, zorla genci
kaldırmıştı.
Şimdi de “ ileri geçip gideyim” diye düşündü.
Her zaman sanki oturuyor muydu? İstanbul’a alışmaya çalışıyordu. Ama içindeki ses, bir
şey, suskunluğunu bozdu.
Döndü, delikanlıya “ pardon, neden önüme geçtiniz. Hepiniz, kaçıyormuşçasına koltukları
kapmaya çalışıyorsunuz.” dedi.
Genç başını kaldırdı. “Sana ne” dedi.
Kadın “Saygılı olmalısınız.” Dedi. Sakallı delikanlı yukarıdan aşağıya kadını süzdü.
“sana mı?” dedi.
Kadın “evet, bana, saygı göstereceksiniz, saygıyı öğrenmelisiniz, saygılı olmayı da.” Dedi.
Metrobüs’ te tüm sakallılar ve değişik başörtülü genç kızlar ona kızgınlıkla döndü. Gözleri
karanlıktı. Güzel genç yüzler gözleriyle karanlığın ışığını yansıtıyorlardı. Onu baştan aşağı
süzdüler. Bu gün rahat olsun diye bir pantolon ve üzerinede güzel bir çeket giymişti. Sade ve
temiz bir kıyafeti vardı. Bakımlı orta yaşlarda bir kadındı. Saçları kahverengi, uzun ve
dalgalıydı. Boynundaki eşarp kıyafetine ayrı bir hava veriyordu.
Kadın “eskiden annelerimizin taktığı başörtüler onların yüzüne nur verirdi.” Diye düşündü. Bu
genç kızlar ise güzel yüzlerinin arkasında, karanlık bakışlarla kadının kıyafetini irdeliyor,
kadının üzerine atılacak bir panter edasıyla, hepsi haklı çıkmak içgüdüsüyle tetikte bekliyordu.
Çünkü Kadın onlardan değildi. Bu gruplar kendi iç meclislerinde insanları kapalı ve açık diye
nitelerken aynı zamanda açık kadın "ORUSPU”'dur düşüncesiyle namusu tekellerinde
tutuyorlardı.
Kadın haklı olduğu ve Metrobüs’ te defalarca şahit olduğu olayların bir tanesiyle karşı
karşıyaydı. Hakkını aramıştı. Genç hala konuşuyordu. Başı kapalı genç kız belki biraz sıkılarak
“kalk” demesi üzerine kalktı. Kadın aslında oturmak istemiyordu. Sadece kendilerinden büyük
olanlara saygılı olmalarını istemişti. Genç “senden mi öğreneceğim saygıyı” diye” konuşurken
yukarıdan aşağıya kadının kıyafetlerini bir kere daha tiksintiyle süzdü.
Genç sinirli konuşuyordu. Kadın “evet, benden öğreneceksin.” dedi. Bütün başörtülü genç
kızlar, sakallılar bir kelime daha etse sanki hücum edeceklerdi. Kadın oturdu ve onlar yokmuş
gibi davrandı.
Bu saatte bütün sakallılar ve başörtülüler metrobüs’e mi toplanmıştı.? Yoksa İstanbul kabuk
mu bağlıyordu.?
Kadının yanında zavallı bir işçi kız, uzun dağınık saçlarıyla, kamburlaşmış. İncecik, yorgun
bedeni üzerinden karşısındaki başı açık kadına eğilerek “saygıymış, bak kadın saygı istiyor.”
Dedi. Güldüler. Kadın sert bakışlarıyla döndü, her ikisine birden keskin bir bakış fırlattı. Sonra
diğer sakallı ve değişik bir şekilde başlarını bağlamış genç kızlara baktı. Bu zavallı genç kızın
saygıyı neden bilmediği yorgun vücudundan belliydi. Ya diğerleri güzel kapalı kıyafetleri
içerisindeki diğerleri.
Başlarını çevirdiler. Karşısındakilerin kindar bakışları, mutsuzlukları, saygı kelimesini
bilmemeleri artık kadını üzmüyordu.
Onu üzen, gencecik yaşlarında tek bir kelimede parlayan, ayaklanan, kendilerine laf
söyletmeyen ve ne oldum diyen bu genç guruhun bu ülkeye ne getireceğini bilmemesinin
endişesiydi.
KADIN “Zavallı İstanbul, biz bu yaşlarda, bu saatlerde sokaklarda bir erkek arkadaşımızla
dolaştığımızda lafımızı edenler, şimdi gece yarılarında evlerine geçerken, kendilerini
İstanbul’un sahipleri sanıyorlar” diye düşündü.
İstanbul'un üzerinde, aydınlıkların içinde dolaşan karabulutlar, İstanbul'a özgürlüğümü
getirecekti, yoksa var olan özğürlüğümü alacaktı. İnsanlar hızla “ Mumyalaşmış Hayaletler”
kervanına katılırken kalanlar ve gönül güzellikleriyle dostane yaşayanlarla İstanbul hayattı,
sevgiydi, özgürlüktü ve bir yaşamdı.
Zavallı zavallı İstanbul, sen neleri aştın. Nelere kadir oldun, neler yaşadın, ama acaba bu
karanlığa giden din tacirlerini aşabilecek miydin.? Onlar bir bakışla, bir kelimeyle bütünleşirken,
bizler ayrışıyorduk. Sonunda hak edenler neyi hak ediyorsa öyle yaşayacaklardı.
Yaşamayı istedikleri gibi yaşamak için yönlendiremeyenler ve şehrini
koruyamayanlar köle olduklarında, Kadında onlar için Savaşmayacaktı.