?>

YAZAR VECDİ CIRACIOĞLU İLE YAZARLIK ÜZERİNE - BİR SÖYLEŞİ (3)

2 yıl önce

 

Yazı yazmanın insanı sorunlarından uzaklaştırdığı ve psikolojik bir tedavi yöntemi olduğu

söylenir. Hayatında hiç çalışmamış. Çok fazla kitap okumamış, evinden çıkmamış ya da küçük bir

yerel gazetede kısa yazılar yazmış ama kendi dünyasından başka dünyayı tanımayan, kadın

girişimciliğini bilmediği halde dernek kurup, “Ben kadın girişimci ve yazarım,” diyerek sistemi

kullanmaya çalışan 35-40 yaşları arasında kadınlar gördüm. “Proje yazmayı biliyor musun?”

dediğimde cevap veremeyen, “Özgeçmişini sunar mısın?” dediğimde sunamayan, “Kitabı nasıl

yazdın?” dediğimde cevap veremeyen bu genç, güzel insanlar, hayatlarında gördüğü iki şehir,

bildiği iki kelime ile yazar olabilir mi?

 

İnsanlar yazar olmak için heves ediyorlar, bu çok doğal bir olgu. Bence bu yazarlığa

yeterince saygı göstermeyen, yazarlığın değerini bilmeyen insanların kolayca

saptıkları bir yol. Gerçekten iyi romanlar okumuş, kendini kabul ettirmiş şairlerin

şiirlerini okumuş birisi eline kalem alırken tedirgin olmalı. Yazmak ulvi bir iştir.

Edebiyatın bir ulviliği vardır, erişilmezliği vardır. Bir yazar kendini yazamayanları

yazar. Herkes kendini yazdıktan sonra neyi yazacaksın?.. Bu kadar kolay olmaması

gerekir. Edebiyat ülkemizde çok sıradanlaşmıştır. “Şiir sokakta!” diye, başladı.

Şiir edebiyatımızın kurucu metnidir, öncüsüdür, askeridir, öncü birliği ve olmazsa

olmazıdır. Şimdi herkes bunu ben de yaparım, diyor. İnsanlar kötü bir metin gördüklerinde, bunu ben de

yazarım, diyor. İyi metinleri okuyan birisi, edebiyatla kolay kolay organik bağ kurmaya korkar. Yeni bir

şey söylemek gerek. Yeni bir söyleyen insan yazardır. Söyleyecek bir şeyiniz yok, zırvalıyorsunuz,

yemek tarifleri yapıyorsunuz, televizyonlardaki sabah programlarına benziyorsunuz, sonra buna edebiyat

yaptım diyorsunuz!.. Bu, boş boğalık ve gevezeliktir. Uzak durmak gerekir bu kalemden. Okur olmak,

yazar olmak kadar önemlidir. İnsan okur, dolar ve yazar...

Bu edebi anlamda bir yozlaşma mıdır?

Yozlaşmadır. Bu kadar yayın evinin ki birçoğu yazmaya çalışanın parasını alıp kitap basar, bu kadar

popülist derginin olması, başıbozukluk yozlaşmayı getirmiştir başı sıra. Eskiden onar yıllık zaman

dilimlerine bakacak olursak, üç-beş dergi etrafında edebiyat şekilleniyordu. Editörlük diye bir meslek

vardı. Eleştirmenlik diye de bir meslek vardı. Bunlar ortadan kalktı. Gerçek anlamdaş sana yol

gösterecek, metni geri çevirecek editörler çok az. Bunu bir kenara koyalım, düzeltmen bile çok az

ülkemizde. Çok çabuk kitaba gidiyoruz. İki öykü yazan ödüle katılıyor. Edebiyatın normal doğal

yollarından geçmeyip, hemen öne çıkmak istiyor, maratonu yüz metre gibi koşuyor. Çünkü her şey çok

hızlı yapılıyor ve buna internet çağı diyoruz. Eskiden önce okuyan sonra yazan vardı. Günümüzde önce

yazan var, sonra okur ki işine geleni, yazacaklarına mesnet olacak kitapları okuyan kişiler bunlar. Önce

şair oluyor, sonra şiir yazmaya çalışıyor. Ortada hiçbir ürün yok. Ödüllerin de buna etkisi var tabi.

İnsanımız bir kitapla on ödüle katılıyor, birinin ucundan mansiyon yakalıyor, onu da kitabının kapağına

bilmem ne ödülü diye yazıyor, mansiyon yazmıyor. Edebiyat ortamının belki de bu kadar yozlaşmasının

nedeni, bu kadar çok insanın kitap çıkarmasının nedeni bu eksikliklerdir. Sesini duyacak, seni tedirgin

edecek merciler bunlardır. Bu mekanizmalar zaten gerçek yazanı yerelden evrensele sürükler. Değil

midir ki yerelden evrensele giden yolu açan üç öğe: eleştirmen mekanizması, dil ve zaman...

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI