“Geçmişe özlem çoğalıyorsa bugün anlamını yitiriyor demektir” bu cümleyi geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım sosyal medya hesabında paylaşmış. Son zamanlarda geçmişe özlem arttı. Siyaset ile ilgilenseniz de ilgilenmeseniz de bilmeniz gereken bir şey vardır: Siyasiler, sözümona bizim seçtiklerimiz, belirliyorlar toplumsal yaşamın rotasını.Diyeceğim o ki; bir siyasi, “çalışanım” diye bahsettiği “danışmanı”ndan gelen notları ilk sizin huzurunuzda okumaya başladıysa çocuğunuzun eğitiminde de ezber tavana, sorgu kapı arasından sokağa fırlatılıyor. İlişkisi yokmuş gibi görünse de dikkatle bakarsanız farkına varmak mümkün. Çünkü, ilgili konudaki üst makamın götürdüğü yere varmamızı sağlıyor politikalar.
Tartışacak cümlelerin niteliği neden azaldı dersiniz? Tartışma konuları hep zaaf olarak görüldükleri yerden seçilerek geliyor da ondan. Mesela ; geçtiğimiz.Pazar günü AK Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı, pazar gününün çalışma günü, cuma gününün de tatil günü olarak belirlenmesini istedi. Aynı konu 2 Şubat 2016’da Türkiye Anayasa Platformu'nun Sözcüsü Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın ile taşınmıştı gündeme. Sosyal medya için yem konular bunlar. “Aç ağzını evladım aaa bak kuş uçuyor” cümlesinin yetişkinlere uyarlanmış hali. Ne tuhaf halen içimizde büyütemediğimiz bir çocuk var ve zaaflarımıza düşerse konu, biz de şıpşak oradayız.
Bizim nerede olduğumuz, kiminle, ne tartıştığımız,tartışırken neleri kaçırdığımız çok önemli değil gibi görünse de büyük önem arz ediyor. Halk siyasetten elini eteğini çekerse, medya başına buyruk kalıyor. Alınan kararlar, seçilen yöntem,gidilen yol tartılmıyor. Tartmayı unutan toplum yığın oluyor bir süre sonra.İtaati bol, düşünmesi az bir yığın.
Bunu da bir örnek ile somutlaştıralım dilerseniz.AK Parti’li vekilin bu sözü ile paralel olarak gündemde Türkiye –Libya ilişkileri vardı. Libya’daki iç savaştaki taraflardan biri olan General Hafter güçlerinin sözcüsü Mismari’nin, Türkiye’nin bir insansız hava aracını vurduklarını öne sürmesi ve tüm Türk hedeflerini düşman olarak gördüklerini duyurması yaklaşık bir haftadır konuşuluyordu dünya gündeminde.Konuyu dünya tartıştı,fakat Türk Medyası “küstah tehdit” yorumunu başlıkta verirken habere iç sayfalarda ancak yer açabildi. Bazılarımızın gözü seçmedi bile haberin olduğu yeri sayfada.
Oysa böyle bir “savaş” ilanının Türkiye’de yankılanması, medyanın “Libya’daki iç savaşta bizim ne alakamız var?” “ Libya ikinci bir Suriye mi?” diye sorgulaması beklenirdi değil mi?
General Hafter güçlerinin bu tehdidi gündeme geldiğinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Japonya’daydı. Basın toplantısında yabancı bir gazeteci, Libya’daki bu gelişmeyi hatırlatıp belki de bizim diplomasi muhabirlerinin sorması yerinde olacak şu soruyu sordu:
“Sayın Başkan, bugün Libya'daki General Hafter, savaşçılarına bütün Türk gemi veya uçaklarına ateş etme talimatı verdiğini açıkladı. Sizin bu tehdide yanıtınız nedir? Özellikle Hafter’i BAE’nin silahlandırdığı ve Suudi Arabistan’ın desteklendiği düşünülünce. Bu Türkiye ve iki Körfez ülkesi arasında Libya'da yaşanan yeni bir vekâlet savaşı mı?” Sayın Erdoğan soruyu cevapsız bıraktı. Fakat kendi adıma cevabı vatandaş olarak merak ediyorum.
Diplomaside hal böyleyken Türkiye’de bir ilk daha yaşandı. Özel kanun niteliğindeki 1211 Sayılı TCMB Kanunu görevden af edilmeyi sadece iki şarta bağlamışken KHK Hükmüyle Merkez Bankası Başkanı Çetinkaya görevden alındı bir gece ansızın.
Karar hem hukukçuların hem de ekonomistlerin tartışma konusu oldu.Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nda her ne kadar çoğu kişi görevden alınan ilk başkanın 12 Eylül rejimi döneminde İsmail Hakkı Aydınoğlu olarak bildirse de atladıkları detay Aydınoğlu’nun altında imzası bulunan istifa mektubu oldu. Dolayısıyla Sayın Çetinkaya, dönemi çok eleştirilse de,görevden alınan ilk TCMB Başkanı olarak adını tarihe yazdırmış oldu.
Ekonomik krizin şu dönemde özellikle turizm cennetlerinde net hissedildiği Türkiye’de, ülkenin düzen içerisinde kalkınması için bulunan en önemli yapının böyle bir karar ile bu dönemde anılması ki; Para Politika Kurulu’nun konu ile ilgili toplanıp kendi kararını vermesine 10 ay kalmışken…Bizi nereye götürür? cevabını zaman gösterecek.
Velhasılı dostlar, çamın yeşili denizin mavisini sorgulamak boş zamanların işi. Bizim soru üretmemiz gereken zamanlar bunlar. Başkalarına cevap üretmekten vazgeçip bunu 22. Yüzyılın ataları olduğumuz bilinciyle yaparsak ne güzel olmaz mı ve.sizce de vakti gelmedi mi?
Salih Tuna ismini birçoğumuz bilir.Yanlı medya olarak adı anılan bir gazetede yazıları çıkıyor olsa da 23 Haziran’ın ardından medyaya yaptığı eleştiri dikkatimi çekmişti. Sayın Tuna, AK Parti’nin “sağlıklı muhasebe” yapması gerekliliğinden söz ettiği yazısında medyada yazan,çizen, konuşanlara seslenip “İktidarın zehri goygoy, ilacı da eleştirel mesafedir. Ötesi pazarlama memurluğudur” diyordu.
Sayın Tuna haklı hanımefendiler, beyefendiler ; gazetecilik, siyasi iktidara değil gerçeğe sadakat ister ve bu nerede yazıyor olursanız olun, herkes için geçerlidir..
Azıcık gündemsiz bırakın gari bizi siyasiler, gerçek gündeme gerçek sorular üretme vakti şimdi.
Aşkınız baki olsun…