İslam’ın insana mesajı açık ve net aslında diyor ki; israf etmeyin; yaşamı, zamanı, sevgiyi, saygıyı ve en çok da özünüzü! Bugün bu mesajı duyamayacak kadar sağır vicdanlarımız. Kalplerimiz, bir hayli yorgun bu yüzden duysa da tepkisi yok denecek kadar az. İşte sırf bu yüzden eski adetleri araştırmaya yüz tutuyorum. Araştırdıkça da farkına vardığım gerçekler bazen yüzümde bir tebessüm oluşturuyor bazen de dalıp gidiyor gözlerim ,özüm o günleri yaşamayı arzu ederken, aklımın verdiği cevap ile sarsılıyor yüreğim. “İnsanlık” naftalin kokuyor artık, hangi sandıkta kilitli olduğunu da unuttuk biz!
Ramazan Ayı ile özdeşleşmiş adet ve geleneklerin bazıları zamana karşı direniyor olsa da birçoğu maalesef unutulmaya yüz tutmuş . Mesela; günümüzde de Ramazan Ayı’nın ruhuna uygun olarak hemen her yerde yoksullara gıda yardımı yapılıyor. Ramazan gelenekleri yörelere göre farklılık gösterirken, belediyeler , varlıklı kişiler yoksul ailelere özel olarak hazırlattıkları gıda paketlerini dağıtıyorlar. Paketlerin dağıtılması, ailelerin rencide olmaması için genellikle marketlerin hazırladığı gıda paketlerinin fişlerinin dağıtılması şeklinde yapılıyor veya çadırlarda iftar davetleri düzenleniyor. Ama bazı adetlerimiz varmış bizim geçmişte . Okudukça gülümsedim geçmişimize, özümüze. Onur duydum atalarımızla, saygı özlemle karışıp gözlerimden yaş olup aktı; yüreğimden kalemime..
Mesela Samsun’da “Sele-sepet” adıyla bilinen ve ramazan ayının 14’ünü 15’ine bağlayan gece gerçekleştirilen şenlik, ilçe halkının katılımı ile düzenlenirmiş eskiden. “ Sele-sepet” adı verilen fenerlerle iftar sonrası çocuklar evleri dolaşarak bahşiş toplarmış. Çaldıkları kapıyı açanlarca bahşiş ve çeşitli ikramlarda bulunulan çocuklar gruplar halinde “sele-sepet top kandil, aç kapıyı ben geldim. Ay da yıl da bir kere, kapınıza ben geldim” şeklinde maniler söyleyerek teravih vaktine kadar mahalleleri dolaşırlarmış. Şeker Bayramı’ndan önce bir ay boyunca yaşarmış yani Samsun’da çocuklar bu tatlı muhabbeti..
Amasya’da zamanın Amasya Mutasarrıfı Ziya Paşa’nın 1860’lı yıllarda bir ramazan günü Amasya Kalesi’nden davul zurna çaldırmasıyla başladığı bilinen Bando Geleneği’nin 150 yıllık mazisi varmış. Bando ile iftar açarmış kent sakinleri ve bando yöreye özgü türkülerin yanında yılın popüler şarkılarını da çalarmış; her sene değişen repertuvarında. Kente hakim en yüksek yer olan Harşena Dağı’ndaki Amasya Kalesi’nde iftardan yaklaşık bir saat önce başlayan konserler, sahur vaktinde halkı uyandırmak üzere de tekrarlanırmış. Hani şöyle gözlerimi kapayıp, o zamanı hayal etmek bile yüzümü gülümsetiyor, ruhumu dinlendiriyor. Gecenin en karanlık, uykunun en tatlı yerinde şehri kaplayan müzik ile uyanmak ve oruca niyetlenmek, Hak için uyanıp ,Hak için yemeden içmeden kesilmek.. “Her şey senindir Ya Rab ,benim sandığım her şeyin tek sahibi SEN’sin” demek, dağdan yükselen melodi ile. Ne büyük şeref!
Ya siz Sinop’ta yapılan Helesa’yı duydunuz veya tanık oldunuz mu hiç? Bir rivayete göre çok eski bir dönemde kış mevsiminde, fırtınadan kaçarak Sinop’a sığınan bir geminin tayfaları haftalarca burada mahsur kalmış. Kumanyaları tükenen tayfalar da kimseden bir şey isteyemedikleri için, sonunda bir filikayla kente çıkıp, ellerinde fenerle evleri dolaşıp mani söyleyerek yiyecek istemişler.O günden sonra Ramazan ayının 15’inden itibaren Helesa’ya çıkan gençler, taşıdıkları maket kayıkla “sellim”e çıkıyorlar. İftar sonrası birkaç kişinin taşıdığı ve özenle süslenmiş kayıklar eşliğinde ellerinde fener ve mumlarla mahalleler dolaşılarak bahşiş toplanıyor. Kayığı, gidilen evin önüne koyan gençler evlerin kapılarına giderek mani söyleyip bahşiş istiyor. Bahşişler ise bir mendile sarılarak ve düştüğü yer görülsün diye de mendilin ucu yakılarak “Helesacı”lara atılıyormuş. Kısmen yapılıyor olduğundan –mış’lı geçmiş kullanmaktan sakındım bu satırlarda.
Mevlana’nın şehri Konya’da çocuklar, oruca direk vururlarmış. Günümüzde tamamen unutulmaya yüz tutan adette ,çocukların akşama kadar oruç tutmaları, yaşları dolayısıyla uygun olmadığı için öğle saatlerinde yemek veriliyor. Buna ‘oruca direk vurma’ deniyor. Böylece çocuğun gönlü de alınmış olunuyor. Şimdilerde neredeyse hiçbir çocuk hatta genç ‘oruca direk vurma”nın ne demek olduğunu bilmiyor.
Karaman ’da ise, önceden ramazan gecelerinde teravih namazı sonrası belli evlerde sıra geceleri düzenlenirmiş. Bu sıra gecelerinde Karaman’a has yüksük oyunu, tura oyunu, yıldız sayma, yumurta saklama gibi oyunlar oynanıp büyüklerin anlattığı hikayeler, anılar yöresel masal ve efsaneler dinlenirmiş. Şimdi ise değil mahalledeki insanların bir araya gelmesi apartman sakinleri bile birbirini tanımıyor. İnsanlar evde oturup televizyon seyretmeyi tercih ediyorlar.
Kayseri’de özellikle ramazan aylarında yapılan Arabaşı yemeği benim çocukluğumun belki de en keyifli zamanlarına tanıklık eder.Bazı yörelerde “Arap Aşı” olarak adlandırılan bir nevi çorba, tavuk, hindi veya kaz etinin, kemiklerinden ayrılıp kavrulmuş un ile yapılır, muhallebi kıvamında un ve su ile pişirilen hamuru ile birlikte yenir.Arabaşı ,mutlaka birden fazla ailenin davet edilmesiyle, hep birlikte yenilen bir yemek olma özelliğini koruyor halen. Bir araya gelen aileler, ev sahibinin hazırladığı arabaşı sofrası etrafında toplanıp, hoşça vakit geçiriyorlar. Arabaşı yenilirken, çorbaya hamuru düşüren cezalı sayılıyor ve bir dahaki arabaşını yapacak kişi olarak ilan ediliyor, fakat dediğim gibi günümüzde bu adet Ramazan Ayı’ndan bağımsız zamanlarda da tezahür edebiliyor.
Hristiyan ve Musevilerin de yaşadığı bir kent olan İzmir’de ramazan aylarında Müslüman geleneklerine büyük saygı gösterildiğini birçok kaynaktan ve o döneme tanıklık eden yakınlarımızdan duydum hep. Eskiden de İzmir’de çoğunluk Müslüman ahaliden oluştuğu için, farklı dinlere mensup kişiler de ramazan geleneklerine uyarlarmış. Sokakta bir şey yememeye özen gösterilir, Ramazan ayında büyük iftar sofraları düzenlenirmiş ve bu sofralara katılan kişiler arasında din farkı gözetilmezmiş.
Bugün ise, öyle bir hale geldik ki; müslümanın müslümana saygısı yok. Çünkü; ”ötekileştirme “ adı altında bir nifak sokuldu aramıza. Şekilcilik anlayışı ile türeyen adı "İslam", içi İslam’dan bağımsız bir ahlak anlayışı türedi. Aslını okumaya vakit bulamayan sözümona akillerimiz var bizim. Onlar ezberliyor bize de ezberletiyorlar. Gerçek İslam Ahlakı ile aramızdaki uçurum günden güne büyüyor.
Sadece İZLİYORUZ!
Geçmişten gelen ramazan gelenekleriyle bugünkü alışkanlıklar arasında “görgü” farkı var. Eskiden varlıklıların ramazan ayına özel yaptıkları yardım “gizli” tutulurmuş. Bugün gazeteye ilan veriyoruz. Falanca mekanda filanca kişiye iftar veriyoruz ,duyduk duymadık demeyin biz Müslüman hayırsever bir aileyiz!
Edirne’de, Selimiye Camisi’nin bulunduğu meydanda ,ramazan ayında çocuklara kukla gösterileri sunulur, yetişkinler ise ceviz ve fındık oyunları oynarlarmış. Ramazan aydınlığının en etkileyici kaynağı ise Selimiye Camisi’nde iki minare arasına asılan mahyalarmış. Mahya, eskiden ipe asılı kandillerle yazılırmış. Geceleri karanlığa bürünen eski Edirne’de bu mahyalar görenleri adeta yere inen yıldızları görmüşçesine büyülermiş.
Ya Tekirdağ sahillerini süsleyen sandallara ne demeli? Tekirdağ’da Ramazan aylarında sandallarla sahil turları düzenlenirmiş. Çocuklar bayram yerinde atlara, midillilere ve süslenmiş merkeplere binerlermiş. Şimdi çocuklarımız bilgisayar oyunlarına o kadar aşina ki ;hayvanlara teması korkudan ibaret sayıyorlar!
Şanlıurfa’da ise ramazan ayının en önemli geleneklerinden biri ‘Meddahın’ anlattığı hikayelermiş. Özellikle kentin meşhur Köroğlu Kahvesi’nde ‘Meddah” gelir, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre ve buna benzer hikayeler anlatırmış. Vatandaşlar da teravihten sonra kahvehaneye gelir, hikayeleri dinlermiş. Meddah, ‘yarın akşam devamını anlatacağım’ diyerek hikayenin en heyecanlı yerinde hikayeyi kesermiş. Bu gelenek ay süresince devam edermiş.
Velhasılı dostlar , ona buna özenip, bizi biz yapan özümüzü unutursak sadece asimile oluruz. Asimile olmak ise bize hiç yakışmıyor. Ne demişler :"Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini şaşırmayasın .. "
Aşkınız Baki Olsun...